20 Aralık 2007 Perşembe

bayram yaklaşmıştı, yemek yasaktı..

bayrama çok az kalmıştı, acaba çıkacak mıyım soruları sürekli kafamda dönüyordu? Ama sormaya da korkuyodum. Bu arada prednol dozum hala 80 miligramdı, lansor kullanıyordum, delixplus başlamıştı ve bactrim diye bir ilaç başlamıştı. Bağırsak tedavim için kullanıyordum bu antibiyotiği.

bağırsak kanamalarımdan sonra yemek yemek yasaklanmıştı. Osmalite diye bir sıvı vardı, sindirimi midede bitiyordu, o yüzden bağırsak tedavisi için bu ilaç gibi şeyi yiyecektim (içecektim aslında!!!)

Hayatımda sadece biraz süt, su, ilaçlar ve osmalite vardı.. Başka yemek yiyemiyordum ve sanırım bir süre daha yemeyecektim. bayram olmuştu çıkmak ne kelime, sürekli kusmalarımda uğraşıyordum. insanlar geliyordu beni ziyarete, ben kimseyi görmek istemiyordum. Ama yine de insanlar geliyordu. Sağolsunlar destek vermeye yanımda olduklarını göstermek için geliyorlardı ama ben kimseyi görmek istemiyordum...

9 Aralık 2007 Pazar

iç kanama sorunu ve tedaviye verilen zorunlu ara

7 Aralık günü tekrar kolonoskopiye gideceğim haberiyle o günümün kötü geçeceğini anlamıştım.. Sürekli midem bulanıyordu ve kusuyordum. Burada hiç unutmadığım bir şey var. O hafta annemden haşlanmış patates istemişti. O da haşlayıp getirmişti ama daha bir lokma yiyemeden doktorum yemeği kesiyorsun kolonoskopiye gideceksin demişti.. çok kötü hissetmiştim en azından koklayım dediğimde..
Bana başka bir sıvı verdiler ve 4 saat içinde 4 litre suyu içmemi söylediler. Sonrasında da kolonoskopi yapılacak birime götürüldüm. Bu sefer başka bir doktor çok uzun süren bir operasyonun ardından bağırsaklarımda bir kaç farklı noktada kan sızması olduğunu farketti. Telefonda doktorumla konuştuktan sonra soğuk su tedavisi uyguladı oraya. Üzülerek aradan 1 saat geçtikten sonra tekrar kontrol amaçlı aynı işlemi yapacağını söyledi ve dinlememi söyledi. Babamın dışarda beni beklediğini biliyordum. Yanımda olmasına çok ihtiyacım vardı.. 1 saat sonra doktor tekrar geldi ve aynı işlemi tekrar yaptı. Kontrol etti ve doktorumu tekrar arayarak sızmanın olmadığını söyledi. Sanırım küçük olan bir kan kaybını yok etmişlerdi. benim de içim biraz rahatlamıştı.
Haftasonu öyle hastanede boş boş yattım ama gittkçe kendimi daha da yorgun hissediyordum. Plazma fereze devam edilip bir an önce çıkmak istiyordum aslında. Pazartesi günü herhalde plazma fereze başlarlar diyordum. Pazar gecesi sabaha karşı çok kötü bir boşluk ile uyandım. hemen babamı uyandırdım. başım dönüyordu, midem bulanıyordu ve çok halsizdim. Birileri sanki etlerimi kopartıyormuş gibi hissediyordum. bir zorlukla babamı uyandırdım. Babam uyandı ve beni nasıl gösdüyse gözleri doldu. Sürekli oğlum neyin var diyordu ama ben bir türlü tarif edemiyordum. Tansiyonumu ölçmeye çalıştı hemen hemşire ama çok çok düşük çıkıyordu bir türlü ölçemiyordu. Tansiyonu çok düşmüş diye meyve suyu içirdiler hemen kustum, su verdiler hemen kustum. yüzümü yıkadılar ama hiçbir işe yaramadığını hatırlıyorum. Babam sürekli tarif et ki sana yardım etsinler hadi neyin var diyordu. En sonunda tarif edecek şeyi buldum, baba dedim sanki birisi ruhumu çıkartıyor vücudumdan dedim ve bayılmışım.

Bana sonra anlattıklarına göre ünitelerce kan vemrişler. Vücuttaki hemoglobin düzeyimin 4,7 gibi bir sayı olduğunu görünce hemen kan takviyesi vermişler. O gün boyunca bana sürekli kan vermişler. Doktorlarım bir kolonoskopiye girip kan kaybının sebebini bulmak gerektiğini, bir yandan da anjiyo ile tüm bağırsağa bakılması gerektiğini tartışıyorlarmış. Anjiyo yapmak istememelerinin sebebi, sanırım onun için vücuduma verecekleri sıvının şu andaki tedavim için çok büyük risk oluşturmasıymış. Zaten sorunlu olan böbreklerimi tamamen kaybedebilirmişim. O gün boyunca yapılan testler sonucunda anjiyo yapılmasına karar verilmiş. Beni apar topar ayık hale getirmeye çalışıp sonra da anjiyoya almışlar. Bir takım ilaçlardan sonra ameliyat masasının ışığının altında kendime azar azar geldiğimi hatırlıyorum. Bir hemşire elimi tutup sürekli sorular soruyordu. Göz ucuyla babamı annemi ve doktorumu gördüm. Üçü de bana güç vermek istercesine bakıyorlardı. Ben de sürekli kendime kurtulacağım, yapacak çok şeyim var diyordum. Kalkacağım bu masadan pes etmek yok!!

Anjiyoda istenilen şekilde geçemedi bir türlü. Çok sert bir doktor sürekli bana bağırıyordu. Nefesimi verdikten sonra 10 saniye kadar tutmam gerekiyordu. Ama ben 4. veya 5. saniyeden sonra pes edip nefes almaya çalışıyordum çünkü çok kötü durumdaydım. Defalarca denemeden sonra bir türlü başarılı bir tetkik yapamadılar. Çünkü nefesimi tutamıyordum, çünkü sürekli kan kaybediyordum, çünkü çok yorgun ve bitkindim. Yapamadım ve bence günler süren ama sanırım 2-3 saat süren bir anjiyodan sonra üstüme kilolarca bir ağırlık koydular ve beni diyalize aldılar. Böbreklerime zarar gelmesin diye 5-6 saat diyalizde kalmalıydım. oraya gittiğimde midem bulanıyordu, çok açtım ve yorgundum. O yarı soğuk odada saatlerce uyudum ve sonra sanırım hatırlamadığım ama yarı baygun geçirdiğim 3-4 gün geçmiş. Benim wegener tedavim bir kenara bırakılmış ama beni ölümün son kıyısına kadar getiren bu iç kanamanın durdurulması için tedavi ediliyordum. Remicade denilen bir ilaçla bir tedavi başlatıldı ve bağırsaklarımdaki kanama azaldı. Kan üniteleri bittiğinde neredeyse 1 saatarayla benden kan alınıyordu ve bir kayıp var mı diye bakılıyordu. Kollarımda omuzumdan parmaklarıma kadar kan alacak yer kalmadığını hatırlıyorum. Mosmor olmuştu kollarım ve şişmişti. Parmaklarımı bükemeyecek kadar şiştiğini hatırlıyorum ellerimin. Sürekli ilaçlarla morlukların giderilmesine çalışılıyordu. Artık her batırılan iğnede acıdan çok hissisliz oluşmuştu. Hemşireler kan gelmediği için kollarımı oyarken ben hiçbir şey hissetmiyordum. Tek düşündüğüm bir an önce iyileşip işimin başına gelmekti. başka hiçbir şey düşünmüyordum ve sürekli kendime bunu söylüyordum..

Aradan 10 gün kadar geçtiğinde artık kanamam hiç kalmamıştı. Tuzsuz da olsa yemek yemeye başlayabilmiştim. Kan değerlerim de normale yaklaşmaya başlamıştı. Sanırım artık yavaş da olsa bir takım şeyler istediğim gibi olmaya başlamıştı. çok yorgundum ama içimdeki o sabırsız çocuk tekrar doğmuş gibi heyecanlıydı. artık ayağa kalkma vakti geldi diyordu bana sürekli. çok kötü günler geçirmiştim vücudumdaki kanın neredeyse yarısından fazlasını kaybetmiştim ama güçleniyordum, ayağa kalkıyordum..

3 Aralık 2007 Pazartesi

3 Aralık - GATA günlerim başlıyor..

Aradan 1 hafta geçtikten sonra ilaçlarım hiç azalmamıştı. Eklem ağrılarım neredeyse kaybolmuş gibiydi. Ama bu kadar yoğun ilacın etkisinden sanırım, kendimi çok yorgun hissediyordum. Kimse gelsin istemiyordum hastaneye, belki de hep çıkacağımı düşündüğüm için kimse gelmesin ben çıkacağım diyordum kendime. Doktorumdan gelecek küçcük iki kelimeyi bekliyordum. Geçmiş olsun demesini.
Kan sonuçlarımda böbrek değerlerim hariç tüm değerlerim normale yaklaşmıştı ama böbreklerimde beklenen düzelme bir türlü olmuyordu. Gözümdeki kan da azalmıştı ancak zaman zaman burun kanamalarım oluyordu. Öksürük ile kanlı balgam kalmamıştı. Daha rahat nefes alabiliyordum. Gözlerimdeki kan da azalmıştı halka gibi olmuştu göz bebeğimin etrafında. Notebook'um ve GPRS internetim ile sürekli ofise bağlı kalmaya çalışıyordum. Her gün arkadaşlarıma yarın herhalde çıkartır doktor diyordum ama yavaş yavaş buna benim de inancım azalmıştı. Sürekli bir yandan da hastalığımı ve tedavi yönlemlerini araştırıyordum. Yurtdışındaki örnekleri okudukça daha da üzülüyor ama bir yandan da hastalığımı atlatacğaıma inanmaya çalışıyordum. Sürekli kendime güzlü ol, yeneceksin bunları, yapcak çok şeyin var diyordum.

9 gün geçmesine rağmen hala böbrek değerlerim düzelmemişti ve doktorum sonunda gelip burada yapılamayan bir tedavi yapılması gerekiyor. Ankara'da yapılabilecek çok fazla yer yok diyerek Plazma ferez tedavisiyle tanıştırdı beni. Doktorum odadan çıkar çıkmaz ben hemen bu tedavinin ne olduğunu araştırdım. Ana atar damarlardan kanı yoğun bir şekilde çekiyorlarmış ve bir kimyasal yardımıyla kandaki plazmayı (sarı sıvıyı) anlık olarak ayrıştırıp sonra temiz plazma ile toplar damardan tekrar veriyorlarmış. Bu tedavi 4-5 kere yapıldıktan sonra vücuttaki plazmanın, yani hastalığıma asıl sebep olan bağışıklık sistemimin olduğu plazmanın %80'e yakını değişiyormuş. Bu tedavinin yapılabilmesi için beni GATA'ya sevedeceklerini söylediler ve hazırlanmamı söylediler. Ben sanki hastaneden çıkıyormuş gibi hissettimkendimi. Neyse, 4-5 gün daha GATA'da kaldıktan sonra herhalde tamamen iyileşmiş olacağım dedim. doktarumdan DATA'ya gitmeden ofise gitmek için izin istedim ancak vermedi. Bir an önce GATA'ya gitmemi söyledi. Orada tedavi için hazırlıklar başlamıştı bile. Apar topar taburcu edildim ve GATA'ya (Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ne) gittim. Orada hemen kabul işlemlerim yapıldıktan sonra yukardaki odama gönderildim. Ertesi sabah katater açılması için nefroloji bölümüne indirildim. Hala nasıl bir şeyle karşılaşacağımı bilmediğim için fikirsizce gittim. Orada Kayzer Bey ile tanıştım. Kendisi çok babacan bir tavurla hastalığımı tekrar anlattı. Böbreklerime büyük hasar verdiğini, daha önceki tedavimin önemli ölçüde azalttıklarını ve durdurduğunu ancak tahribatın devam ettiğini söyledi. O yüzden böbreklerini kaybedebilirsin, çok gençsin ancak buna da hazırlıklı olmalısın dedi be tedaviyi kabul etmemi söyledi. Ben de bir ance başlamasını istediğim tedaviyi kabul ettim. Katater açıldı ve kataterin boynumdan içeri iki tane kortumun kalbimin altına kadar giden bir şey olduğunu o an öğremiştim. Bu işlemi böbrek hastalarının tedavi gördüğü ortamda yaptılar ve ben sanırım o an çok etkinlenmiştim. İşlem bitince ayapa kalktım ve kalkmamla yere düşmem bir oldu. Çok halsizdim ve beni sedye ile yukarı göndermek zorunda kaldılar. boynumdan çıkan ve sadece sırtüstü yatarsan ağrımayan ve acımayanhortumlarına kesinlikle dokunmamam gerekiyordu. Ertesi sabah erkenden bir takım ilaçlar verildikten sonra tedaviyi yapacak olan görevli ve plazma ferez makinesi odamdan içeri girdi. Yaklaşık 5 saat boyunca çalışan bir makine yanında ve sürekli olan kaşıntılarımla oturdum. Bir yandan da sürekli tansiyonum ölçülüyordu ve kayıt ediliyordu. Bir yandan da beni kimsenin böyle görmesini istemediğimi düşünüyordum...

Ve akşam olmuştu, tedavi bitmişti. Çok sıkıcı ve stresli bir tedavinin ardından çok yorgundum ve uyumuşum. Gece bir ara ağrı ile uyandığımda yanımda babmı gördüm. Beni lavaboya götürmesini istedim. Zar zor kalktım ve lavaboya gittim. Klozetten kalktığımda klozette kan gördüm. Ama hiç önemsememiştim herhalde tedavi sırasında bir yerlerim kanadı diye düşünmüştüm. Ertesi gün tekrar plazma ferez yapılacağını sanıyordum ama bir gün ara verilecekti. O gün öyle tahliller ve bir takım işlemlerle geçti.
Bu gece tekrar ağrı ile uyanmıştım ve her gece yanımda sandalyede uyuyan babamdan beni telrar tuvalete götürmesini istedim. Yine aynı şekilde kan olmuştu klozet. Ve bu sefer açık renkte ve çok fazlaydı. Bu sefer babamı çağırmak için ayağa kalkacaktım ki birden gözlerim karardı. Sesi duyan babam hemen içeri girmiş ama o da kanı görünce fenalaşmış. Ama o arada bağırdığı için nöbetçi hemşire gelmiş. Hemen beni kaldırıp odama götürmüşler. Sonra ben de kendime biraz gelince nöbetçi dahiliye doktorunu çağırdılar ve kendisi beni biraz kotnrol etti. Bir ilaç verdi ve kötü olursam mutlaka haber vermemi istedi. Ertesi sabah erkenden mide kontrolü için endoskopiye girecektim. Mide kanamasından şüphelenmişlerdi doktorlarım. Endoskopiye girdim ama bir şey bulamadılar. Öğlen bana bir sıvı getirdiler, bunu içmemi ve sonrasında kolonoskopiye gideceğimi söylediler. Çok korkmuştum. Artık bağırsaklarımdan şüpheleniyorlardı. İlk kolonoskopide bir şey bulamadılar. Ertesi gün bir daha gireceğimi söylediler. Hayatımın en zor anlarıydı. Neredeyse baygın ve çok sinirli bir halde odama dönmüştüm. Neden bilmiyorum ama odama dönmek bile kendimi biraz olsun iyi hissettirmişti...

21 Kasım 2007 Çarşamba

Artık Hastenedeyim

21 Kasım akşamı hastanedeydim. Tedavi aynı gece başlamıştı. Çok yoğun ve stresli bir tedavi dönemiydi. Hastaneye yattığım gün hemen tanı konmamıştı bir dizi tetkiklerden sonra konulacaktı ama şüphelenilen hastalık Wegener idi.

Gece aldığım ilaçlardan ve uykusuz bir geceden sonra erkenden önce akciğerlerimden biyopsi yapıldı. Sonra bir takım nefes testleri. Röntgenler. Böbrek ultrasonu ve MR testlerinden sonra çok yorgun düşmüştüm. Tuzsuz yemek diyeti çoktan başlamıştı.
Böbrek ultrasonu sonrasında böbreklerimde bir takım hasar farkedilmişti. Üst solunumda da sorunlar olduğunu söylemişti doktorlar. Akşam üstü olduğunca odamda sevdiklerim vardı. Bana kıyafet ve bir takım ihtiyaçlarımı getirmişlerdi. Hatta notebook'um ve satranç takımı bile vardı. Sanırım kimse hastalığımın ne kadar ağır olduğunu veya olabileceğini bilmiyordu. Ben hep 5-6 günden çıkarım diye düşünüyordum. Yüreğim heyecanla hemen geçecek sanıyordum ama doktordan bir türlü ilaçlar oldu lafını duymamıştım.

Ertesi sabah sol gözümde neredeyse hiç beyazlık görünmeyecek kadar bir kırmızılık olduğunu gördük. Hemen göz bölümüne moayeneye indim. Sol gözümde kanama vardı ve gözüm kıpkırmızı olmuştu. İlaçlarımda değişiklikler yapıldı. Yanlış hatırlamıyorsam 80 mg prednol, aç karnına bir mide ilacı olan lansor ve endoksan tedavisi görmeye başlamıştım. Hiç alışkın olmadığım kadar yorgun ve bitkindim. Eklem ağrılarım azalmaya başlamıştı. Vücudumda en yakın gözlemlediğim etkisi eklem ağrısı olduğu için, bu kadar tersliğe rağmen iyileştiğimi düşünüyordum çünkü eklem ağrılarım azalıyordu.

Her akşam doktorlarım geliyor durumum hakkında bilgi alıyorlardı. Artık kesin olarak tanı konmuştu. Wegener hastası olduğum dosyama yazılmıştı. Belki biraz geç ve şans eseri bulunan doktorum Ayhan Dinç sayesinde artık kendimi çok daha güvende hissediyordum.

19 Kasım 2007 Pazartesi

19. Kasım. 2007 - Prof. Dr. Ayhan Dinç İle Tanıştım

Kan sonuçlarımın kötü çıkmasıyla ve hastane ortopedi doktorunun önerisiyle romatoloji konusunda uzman olan bir doktor arayışına girdim. Sahip olduğum sigortadaki temsilcime durumu aktardım ve kendisi bana bir doktoru önerdi. O doktoru aradığımda ise muayenehanesinde bir tadilat olduğunu en erken 1 hafta sonra alabileceğini ama tadilattan dolayı çok yoğun olacağını belirtti. Ben de başka bir doktor bulayım derken internette aramalarım sonucunda (bence hayatımı kurtaran) Prof. Dr. Ayhan Dinç ile tanıştım. Kendisinin sekreterinden hemen randevu aldım ve 19. Kasım akşamı görüşmeye gittim. Muayene ettikten sonra ben yine her doktora sorduğum gibi "wegener olabilir miyim" dedim. Ve Ayhan Bey bana "olabilirsin" dedi. Çok moralim bozulmuştu ama bir yandan da olduğumu düşündüğüm hastalığımı galiba tanıyan bir doktor bulmuştum. Kendisi benden başka bir kan tetkiki yaptırmamı istedi ve kans sonuçları çıktıktan sonra da görüşmek üzere ayrıldık.

Ertesi gün hemen kanlarımı verdim. 20 Kasım sabahı verdikten sonra bana sonuçlarımın en erken 2 gün sonra çıkacağını söylediler. Ben de ona göre 22 Kasım akşamı için Ayhan Bey'den randevu aldım. Kan verdikten sonraki gün eklem ağrılarım artık dayanılmaz olmuştu ve kesinlikle yürüyemiyordum bile. Ofise de 2 gündür gidemez olmuştum ve bu durum beni daha da moralimi bozar hale gelmişti. Ne yapacağımı bilmiyordum çaresiz Ayhan Bey'i aradım ve gelmek istediğimi ,artık yürüyemediğimi ilettim. Hemen yanına çağırdı ve apar topar gittim.


Gittiğimde kan sonuçlarının çıkmamış olabileceğini ama yine de çıkanları değerlendirmek adına kanı verdiğim hastaneden sonuçlarımı istetti. Kan sonuçlarım çıkmış fakat maselef oradai doktorlar olayın ciddiyetini pek anlamadıkları için bu sonuçlara rağmen bana haber bile vermemişler. Buna çok kızan Ayhan Bey benim hemen hastaneye yatmam gerektiğini söyledi ve o akşam Ankara Bayındır Hastanesinde acilden girerek hastaneye yattım. Hastaneye yatırma kararı aldıran sonuç sanırım normalin çok üstünden olan KREATİNİN değeriydi. Normalde ortala 1.0 olması gereken değer bende 2.48 mg/dl çıkmıştı ve böbreklerim için iflas aşiğine gelinmişti. Bu sebeple hemen hastaneye alındım.

Hayatımın o zamana kadarki en zor, en tereddütlü ve en sıkıntılı anlarını yaşadığımı düşünmüştüm. Henüz bilgisayarım bile açıktı ofiste. 2 gündür gidememiştim ama geldiğimde bitiririm dediğim için yaklaşık 2 ay daha malesef beni bekleyecekti...

13 Kasım 2007 Salı

8 Kasım 2007 - Artık Tekrar Doktora Gitmek Gerek

Burun kanamalarım hiç azalmamıştı. Eklem ağırılarım ve benzeri şikayetlerimde vardı ancak en gözle görülürü, Burun kanaması olduğu için özel bir doktor bulup ona gittim. Kendisi burnumun ve boğazımın içini inceledi. Burnumun ve boğazımın (küçük dil denilen bölgede) belirli yerlerinde yüzeye yağışık sarı lekeler vardı. Onların iltihap olduğunu düşündü doktorum. Bir hastalık var ama ne olduğunu anlayamadım o yüzden kültür almak istiyorum dedi. Aynı gün o bölgeden bir kültür alıp, tahlile gönderdi. Sonuçları çıkınca tekrar gittim ve iltihabik bir durum olduğunu, bir antibiyotik tedavisi ile geçebielceğini söyleyerek benden aksatmadan 12 gün kullanmamı istedi. ilaçlar bittiğinde tekrar görüşmek üzere doktorun yanından ayrıldım.

Aradan 5 gün geçtiğinde eklem ağrılarım da dayanılmaz hale gelmişti ve yürüyemez hale geldim. Çok ağrıdığı için, yakınlarımın da önerisiyle bir ortopedi doktoruna gittim. Günlerde 13 Kasım 2007. Doktor bacağımı muayene ettikten sonra belirli yerlerde ödem odluğunu, aynı ödemlerin ellerin ve dirseklerimde de olduğunu söyledi. Röntgenlerde bir şey çıkmamıştı ama doktor bir de kan tetkiki yapılması gerektiğini söyledi.


Yapılan kan sonucunda Sedimentasyon değeri 102mm/saat çıktı. Bu da normal bir değerin yaklaşık 10 katı olduğu için Ortopedi doktoru benim mutlaka Romatoloji bölümünde tedavi görmem gerektiğini iletti. O hastanede ilgili bölüm olmadığı için başka bir hastanede acil olarak başvurmamı istedi.

15 Haziran 2007 Cuma

15 Haziran 2007 - Diğer belirtiler başladı

Artık vücudumdaki tek tepki kanamalar değil, eklem yerlerimdeki ağrılar da başlamıştı. Özellikle sabahlaro ilk kalkışımda hafif bir eklem ağrısı oluyordu. Biraz hareket ettince geçtiği için güne başlayabiliyordum.

O saygın kurumdaki saygın doktorun dediğinden sanırım farklı bir durum vardı! Tabii ki interneti kullanan bir insan oplarak, burun kanaması ve eklem ağrısı diye arama yaptım. MAlesef Türkçe kaynağın çok fazla olmamasından dolayı, yabancı dilde de arama yaptım. (Aslında şu anda bu blog'u yapma sebebim de, bu hastalık ile ilgili çok detaylı Türkçe kaynak olmayışı). Karşıma ölümcül olan bir hastalık, Wegener çıktı. Tabii ki, inanmadım, ben değilimdir dedim ama yazan şeyler beni karşılıyordu. Ama gerçekleşme olaslığı Milyonda birlerden bahsedilince herhalde değilimdir demiştim. Aynı şekilde kardeşim de benimle aynı düşüncede, sen wegener değilsindir, saçmalama demişti.

Bu sefer başka saygın bir sağlık kurumundaki başka bir KBB doktoruna gittim ve aynı şikayetleri ilettim. Wegener olup olamayacağımı da sordum. Doktor da bana, böyle internetten okuyup gelmemem gerektiğini, kendi kendimize böyle düşündüğümüzü iletti. Koyduğu teşhis ilginçti, eklem ağrısı da olduğu için grip olduğumu düşündü ve bana grip ilacı verdi. Ben tabii ki de ilaçları almadım bile. Çünkü teşhisin çok saçma olduğunu düşünmüştüm. Her gün burnu kanayan bir grip hastasını hiç duymamıştım.

İkinci doktor münasebetimde böyle saçma sonuçlanınca herhalde başka bir aksilik vardır diye düşünüyordum ama açıkcası artık çok da fazla ilgilenmedim. Burnum kanıyor, eklemlerim ağrıyor ama başka bir şey olmuyordu. Herhalde geçer diye düşünmüştüm. Zaten yaz da gelmişti, denize falan gidince hehrlade bir kalmaz diye düşündüm. Yaklaşık 3,5 ay hiçbir şey yapmayacak sadece burnum her kanadığında üzülecektim...

5 Mayıs 2007 Cumartesi

05 Mayıs 2007 - İlk doktora gidiş

En sonunda içimdeki karmaşaya dayanamayıp doktora gitmek konusunda ikna oldum. Ankara'da saygın olan bir sağlık kurumuna özel sağlık sigortam ile başvurdum. KBB bölümündeki doktora şikayetimi bildirdim. Burnuma soktuğu bir alette inceledikten hemen sonra Ankara'nın nemsiz havasından kaynaklanan kılcal damar rahatsızlığı olduğunu, bunun çok sık görüldüğünü ve ilaç yerine bir iki alışkanlık ile giderilebileceğini iletti bana. Sıcak su ile temiz bir havluyu ıslamamı ve 3-4 saatte bir müsait oldukça burnumun üstüne koymamı önerdi. Burnumdaki kanamalarla ama içim rahat bir şekilde doktorun yanından ayrıldım. Etrafımdakilere de panik olacak bir şey olmadığını, Ankara'nın nemsiz havasından kaynaklandığını söyledim!

7 Nisan 2007 Cumartesi

07 Nisan 2007 - Tekrarlayan ve Artan Kanamalar

Sabah uyandığımda yastığımdaki kanları farketim. Bu sefer tek farkeden sadece ben değildim. Ailem de kanamayı farketmiş ve bunun ciddi bir şey olabileceğini düşünerek beni doktora gitmem konusunda zorlamaya başladılar. Fakat malesef genel davranış şekli olan, önemsememe yüzünden ben bir süre daha doktora gitmeme konusunda ısrarlı olacaktım. (Umarım bunları okuduğunuzda, vücudunuzda buna benzer durumlar varsa, doktora gitme konusunda kendinizi ikna edebilirsiniz.)

Kanamalar neredeyse iki günde bir sıklıkta olmaya başlamıştı. 1 Ay kadar daha inat ederek doktora gitmedim. Cebimde her zaman peçete, her kanamada gittikçe korkum artıyor ama hala bir şey yapmama konusunda ısrar ediyordum...

5 Nisan 2007 Perşembe

5 Nisan 2007 - Kanamalar Devam Ediyor

İlk burun kanamasından yaklaşık 5 gün geçmişti ve ikinci kanama oldu. İkinci kanamayı da ilk kanama gibi birden bir akıntıyla farkettim. Gittikçe moralim bozulmaya başlamıştı ve aklıma hep kötü şeyler getiriyordum. Ama bir yandan da "ne olacak, sıradan bir burun kanaması" diyerek de geçiştirmiştim. Oysaki ani burun kanamasının vücutta olabilecek bir çok soruna işaret olduğunu ve tam olarak önemsenmesi gereken bir durum olduğunu ise aylar sonra öğrenecektim.

30 Mart 2007 Cuma

29 Mart 2007 - İlk Belirtiler


Daha önce adını bile duymadığım, vücudumda taşıdığım ve hastalığın da ne olduğu çok daha sonraları öğreneceğim Wegener ilk belirtilerinden olan Burun Kanamasını başlatmıştı. Bir gün ofiste çalışırken burnumdan bir şey aktığını hisettim ve silmek için elimin tersi ile sildiğimde elimin kan olduğunu farkettim. Hiç önemsemediğim bu kanama, hayatımdaki uzun ve kötü diyebileceğim bir dönemin başlangıcı olmuş.

Banyoya gidip, yıkayıp peçete ile yaklaşık 1 saat burnuma bastırdıktan sonra peçeteyi ve kanamayı hemen aklımdan sildim.... Taa ki ertesi gün tekrar kanayana kadar.

26 Mart 2007 Pazartesi

Wegener neden olur?


Wegener hastalığının oluşma, gelişme ve hastalık dönemi olmak üzere 3 aşamada gerçekleştiği düşünülmektedir. Birinci aşamanın nasıl başladığı, nasıl ilerlediği, kalıtsal mı yoksa etkiyle mi olacağı konusunda çeşitli tartışmalar sürmektedir.

Wegener hastalığı herhangi bir yaşta ortaya çıkabilir erkeklerde kadınlara oranla 2 kez daha sık görülür. Sebebi bilinmeyen bir hastalıktır. Enfeksiyona benzemekle beraber herhangi bir mikrop tarafından ortaya çıkarıldığı gösterilememiştir. En son olarak sebebi henüz belirlenemeyen bir alerjik reaksiyon tarafından tetiklendiği düşünülmektedir.

Wegener Nedir?


Wegener Granülomatozu özellikle üst solunum yolları, akciğer ve böbrekleri tutan nekrotizan granülomatöz vaskülitle tanımlanan bir hastalıktır. İlk olarak Wegener tarafından klinik ve patolojik spektrumu tanımlanan hastalığın sınırlı formunda üst solumun yolları ve akciğerler tutulurken, yaygın formunda böbrekler de tutulmuştur ve erkeklerde daha sık görülür. (ref:toraks.org.tr)

Türkiye'de görülmek sıklığı henüz bilinmeyen bu hastalığın dünya üzerinde görülmek sıklığı bazı kaynaklarda 3 Milyonda 1, bazı kaynaklarda da 1 Milyonda 2 olduğu söylenmektedir. Hastalığın tuttuğu organlarda kendilerine özgü semptomlar görülmekte, hastalığın ilerleyen noktaarında da organlar faaliyetlerini yitirmektedir.

Wegener tedavi edilmezse ölümcül bir hastalıktır ve tedavi edilmediğinde hastaların ortalama yaşamı 5 ay gibi kısa bir süredir. Bu kadar kısa sürede vücut birden çökmekte ve organlar birer birer faaliyetlerini yitirmektedir.

Wegener hastalığının oluşma, gelişme ve hastalık dönemi olmak üzere 3 aşamada gerçekleştiği düşünülmektedir. Birinci aşamanın nasıl başladığı, nasıl ilerlediği, kalıtsal mı yoksa etkiyle mi olacağı konusunda çeşitli tartışmalar sürmektedir. (bu tartışmalara burada yer vermeyeceğim) İkinci aşamanın ise ilk belirtilerin görülmesi, vücuttaki c-ANCA pozitifliği ve etkilediği organlara özgü değerlerin anormalleşmesi şeklinde ilerlemesidir. Bu sürenin de ortalama 6 ay sürdüğü düşünülmektedir. Baş ağrısı, ani başlayan ateş, karın ağrısı, burun kanaması, vücutta bölgesel şişlikler, vücutta döküntüler, eklem ağrısı, kulak akıntısı gibi genel belirtilerle bu 6 aylık dönemin içinde olduğu düşünülür. Belirti olarak herhangi bir şeyi ifade etmeyen bu şikayetler hepimizin yaşadığı ama malesef önemsemediği belirtilerdir. Hastalığın bu belirtileri şiddetini gittikçe artırarak, üçüncü ve son döneme girer. Son dönemde de artık belirtilerden ziyade şiddetlenmiş eklem ağrısı, üst ve alt solumun yollarında şiddetli bozukluklar, böbrek faaliyetleri aşırı yavaşlaması (belki durması), vücutta yoğun döküntüler, gözlerde şiddetli kanlanma vb. ağır semptomlar vücutta gerçekleşir. Ortalama 5 ay sürecek olan 3. dönem eğer tedavi edilmese kesinlikle ölümle sonuçlanmaktadır.

Tedavisinde genellikle prednizolon, siklofosfamid kullanılmaktadır. Tuttuğu organa ve şiddetine göre de sanırım farklı ilaçlar kullanılabiliniyor.